ÇEKYA BÜYÜKELÇİSİ PAVEL VACEK:DÜNYADA KRİZ OLDUĞU DÖNEMDE ÇEKYA VE TÜRKİYE ARASINDAKİ TİCARET %30 ARTTI
  • ALSANA HABER
  • Gündem
  • ÇEKYA BÜYÜKELÇİSİ PAVEL VACEK:DÜNYADA KRİZ OLDUĞU DÖNEMDE ÇEKYA VE TÜRKİYE ARASINDAKİ TİCARET %30 ARTTI

ÇEKYA BÜYÜKELÇİSİ PAVEL VACEK:DÜNYADA KRİZ OLDUĞU DÖNEMDE ÇEKYA VE TÜRKİYE ARASINDAKİ TİCARET %30 ARTTI

ABONE OL
Ekim 21, 2024 08:47
ÇEKYA BÜYÜKELÇİSİ PAVEL VACEK:DÜNYADA KRİZ OLDUĞU DÖNEMDE ÇEKYA VE TÜRKİYE ARASINDAKİ TİCARET %30 ARTTI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

AKTİVİS GAZETECİ SEYHAN SOYLU ÇEKYA BÜYÜKELÇİSİ PAVEL VACEK İLE YAPTIĞI RÖPORTAJIN DETAYLARI!

SEYHAN SOYLU: Eski görevlerinizden ve eğitiminizden bahseder misiniz? PAVEL VACEK: Eğitim ve önceki görevimden bahsediyorsunuz. Eğitimle başlayalım, Prag ekonomi Üniversitesinden mezun oldum. İyi bir okuldu. Onun dışında; önceki görevlerime de gelirsek; diplomatların bildiğiniz gibi biraz kendi ülkesinde merkezden, biraz da başka ülkelerde görevleri olabiliyor. Ben de 30 yıl boyunca aynı şekilde devam ettim. Bahsetmem gereken görevlerim arasında Viyana’da çok taraflı işlerde çalıştım. OECD ve BM çatısı altında daha sonrasında Avrupa Birliği genel müdürlüğünde ve çok taraflı ilişkiler genel müdürlüğünde, genel müdürlük yaptım. Merkezden sonra Arnavutluk’ta ekiplerin başında bir görevim oldu OECD kapsamında. Daha sonrasında ikili ilişkiler üzerinde çalışmalarım oldu. Sofya’da, Bulgaristan’da Büyükelçilik yaptım. Şimdi de Türkiye’de Büyükelçilik yapmaktayım. Avrupa Birliği güvenlik ve iş birliği örgütünde 2000’lerin başında, Arnavutluk’ta bu kurumda görev yaptım. SEYHAN SOYLU: Teşekkür ederim. Bu arada bende Tiran’da 3 ay kaldım Durres’te. PAVEL VACEK: Zor bir yer orası. SEYHAN SOYLU: Çok. Bir işim vardı, yatırım yapmıştık onun başındaydım. PAVEL VACEK: Tirana, Vore? Biliyor musunuz Büyükelçimizin bahsettiğim yeri? SEYHAN SOYLU: Bilmiyorum. PAVEL VACEK: Kıyıdaki şehirlerinden bir tanesi güzel bir yerdir. Benim favori yerim. SEYHAN SOYLU: Hatırladım ama o yere gitmedim. Çünkü biraz sıkıntılı bir ülkeydi, kendimizi güvende hissetmiyorduk. PAVEL VACEK: Ne zaman? SEYHAN SOYLU: 2001 PAVEL VACEK: 96-97 sonrası o ülkenin tamamı bölündüğü zamanlar bahsettiğiniz dönemler zor dönemlerdi, o yüzden çok fazla işimiz vardı. SEYHAN SOYLU: Hatta çalıştığım şirkete, Beni buradan alın demiştim o tarihte. Kaç yıldır Türkiye’desiniz? PAVEL VACEK: Dördüncü yılımın başındayım.
SEYHAN SOYLU: Bu dört yıl içerisinde Slovakya’yla Çekya iki ülkeden ibaretti. Ayrıldıktan sonra değişen ne oldu? PAVEL VACEK: Hangi açıdan baktığınıza bağlı olarak değişebilir, hala komşuyuz.  NATO’da müttefikiz. Her ülkede birbirinin vatandaşlarını kendi bünyesinde barındırıyor. Çekler Slovakları, Slovaklar Çekleri ama ne değişti derseniz; devlet olma durumu, birlikte olma durumu tabi ki değişti. Şimdi her ülkenin kendi hedefleri, kendi amaçları var. Ben Çekoslovak olarak doğdum ve bunu söylemekten de hiç gocunmuyorum. Çok mutluyum ama sonrasında birlikte olma hali sürdürülebilir bir şey değildi. Yani daha farklı bir açıdan baktığımızda ayrılmak, bölünmek buradaki en sağlıklı çözümdü. SEYHAN SOYLU: Ben her iki ülkeye de gitmiş biri olarak en az ikişer üçer kere, Çekya tarafı ayrılmaktan memnun ama Slovakyalılar ayrılmamalıydık diyor. PAVEL VACEK: Yani mutluluğu değerlendirmesi aslında zor, benim açımdan hani mutluluğun seviyesini değerlendirebilmem zor bir şey ama 90’larda Slovaklar ’da ayrılma yönünde büyük bir içten gelen istek vardı. Alternatif bir tarih yok tabi ki ama dünya tarihindeki en mutlu ayrılmalardan bir tanesiydi. Ayrıldık ama daha büyük ittifaklarda, daha büyük ölçekte yine beraberiz aslında. SEYHAN SOYLU: Slovakya Büyükelçisi ile burada dost musunuz? PAVEL VACEK: Öyle olduğunu zannediyorum birbirimizi seviyoruz. İki ülke arasında hala milyonlarca aslında bağ var. Hem devletler üzerinde bağ var hem de insanlar arasında bağ var. Hala birlikte spor yapıyoruz, kayak yarışları düzenliyoruz, hala pek çok şeyi insani anlamda da aslında birlikte yapıyoruz. Neticede ayrılmış olmak için ayrılmazsınız, bir sorunu çözmek için ayrılırsınız. Bizde öyle yaptık. SEYHAN SOYLU: O da biraz politik. PAVEL VACEK: Yani bunu bir evliliğin bitişi gibi düşünebilirsiniz. SEYHAN SOYLU: Ama ortada çocuklar var. PAVEL VACEK: Yani arada eğer ki çocuklar varsa ve evliliği de bitirdiyseniz, bunu arkadaşlık çerçevesinde gayet medeni, insani bir biçimde de devam ettirebilirsiniz. Buna benzetebiliriz… SEYHAN SOYLU: Sovyetler birliği sürecinde ve şu anda da çok önemli ve kritik bir ülke… Çekya küçük bir ülke olmasına rağmen neden bu kadar önemli? Hem politik anlamda hem jeopolitik anlamda nasıl bu kadar kritik ülke haline gelmiş, yani Sovyetler birliğinin Avrupa yüzü gibi? PAVEL VACEK: Uzun lafın kısası bölgedeki en sanayileşmiş ve refah düzeyi yüksek ülkelerden bir tanesiydi. Çekya  o dönemlerde belki de ilk 10 zengin ülke arasında diyebiliriz ve Çekya  o komünist kampı içerisine dâhil edebiliriz. O dönemde tabi pek çok gerilimler oldu, Macaristan’da, Çekoslovakya’da, Polonya’da Sovyetler Birliğinin baskıcı rejimlerine karşı… Tabi sistem artık sürdürülebilir bir sistem olmaktan çıkmıştı. Yani şiddet, kaba güç, zora dayalı artık imparatorların çökme zamanı gelmişti. Bizimkinde de zaten öyle oldu. Çekya Cumhuriyeti’nin de önemi aslında buradan geliyor. Yani o dönemdeki, o başkaldırıdan geliyor. Bu fikirlerin genele yayılması aslında Sovyetler Birliğini o rüzgârın arkasına alaraktan oldu. Bu kadar tarih yeterli. SEYHAN SOYLU: Ekonomik anlamda Çekya turizm anlamında çok büyük geliri var ve Avrupa’da 7. Ülke… Prag çok güzel bir şehir ve çok turist alıyor, dünyanın çeşitli ülkeleri tarafından talep gören bir ülke. Doğal kaynakları neler? Ayrıca Çekya deyince yalnızca turizm mi akla gelmeli? PAVEL VACEK: İlk önce turizm sanayinin, sektörünün devlet gelirindeki, bütçesindeki rolüne ve yerine, önemine bakmamız lazım. Şöyle turizmin önemi Gayrı Safi Milli Hâsıla açısından bakarsak Türkiye’de çok daha önde gidiyor %10-15 civarında diyebiliriz ama Çekyada bu oran biraz daha az. Tabi bu turizmi önemsemediğimiz anlamına gelmez. Prag’ın yıllık 10 milyona yakın turist girişi var. Onun dışında hafta sonu içinde gelenler gidenler var. Bunu çok daha aslında öteye taşımalıyız. Bütün yılı kapsayacak şekilde bir turizm anlayışı geliştirmeliyiz. İç turizmde aslında vardır sürekli bir dönüşüm oluyor ülke içerisinde ama dış turizm açısından daha gidilecek yolumuz var.
SEYHAN SOYLU: Eğer ki Türkiye’de böyle bir şey olsaydı 160 milyon insanın gelmesi lazımdı. PAVEL VACEK: Evet, ülke giriş çıkışlarda dediğiniz rakamlar olabilir ama yine de turizm anlayışı daha kapsamlı olmalı. Hem tarihi yerlerin gezilebileceği, görülebileceği hem sanatın, hem sporun bir arada olduğu daha etkili bir paket olarak aslında bu turizmi sunmamız gerektiğine inanıyorum. Ülkemizin Prag’dan da fazlasını sunacak pek çok alternatifi var. Geçen hafta Trabzon’da bir sergi açtık. Çekya’nın önemli binalarını tanıtan, gösteren bir fotoğraf sergisi, çek mücevherleri, mimarimizin mücevherleri ve bu sergiyi Türkiye’nin farklı noktalarına da taşımak istiyoruz. İlk olarak Trabzon’dan başladık.  Ama turizmde Çekyadan Türkiye’ye dönersek, 250 bine yakın Çekya turisti her sene Türkiye’de ağırlıyoruz. Covid öncesi dönemin rakamlarına dönüşü sağladık artık ama tabi Türkiye’ye daha fazla Çekyalı turistini misafir edebilmek hem Prag’daki Türk Büyükelçiliğinin hem de Türk acentalarının bir görevi olmalı. Biz de burada turizmin konsolosluk tarafıyla ilgileniyoruz… Çünkü zaman zaman kazalar ya da işte çeşitli kayıplar, ölümler olabiliyor. İstatistikler 250 bin kadar Çek turistin Türkiye’yi ziyaret ettiğini söylese de, konsolosluk işleri anlamında 10 civarında Çekya turisti de çeşitli sebeplerden dolayı burada kaybedebiliyoruz ya da ölümle sonuçlanabiliyor. SEYHAN SOYLU: Nasıl yani?  Şurayı bir daha tekrar eder misiniz neyi kaybedebiliyoruz? PAVEL VACEK: Yani boğulmalar olabiliyor, denizde boğulabiliyor ya da kalp krizi geçirebiliyor, kaza olabiliyor… SEYHAN SOYLU: Bunu kriminal anlamında söylemedi değil mi? Türkiye’ye gelen Çekya’lı turistleri kastediyoruz. PAVEL VACEK: Yani aslında hepsini bir kontent içerisinde görmemiz gerekiyor. SEYHAN SOYLU: Bizim ülkemiz kriminal olayları aşmış çok güçlü bir ülke, o anlamda ben kriminal anlamında anladım. PAVEL VACEK: Yok, doğal sebeplerden dolayı buraya geldiklerinde bir rahatsızlık var. SEYHAN SOYLU: Tamam. PAVEL VACEK: Bu sadece bu senenin istisnası oldu. İki Çekya vatandaşı hanımefendi bir otobüs tarafından tam bu kaldırımdan geçerken bir otobüsün çarpması sonucu vefat etmişler. Tabi burada bize alışkanlıklar ve uymamız gereken kurallarla ilgili de bazı farkları gösteriyor ama şimdi adli makamlarda olduğu için çok da üzerinde durmak istemiyorum. Ama burada maalesef mesela 10 arabadan 9’u bu yaya geçitlerinde durmuyor. Bu burada sıkça gözlemlediğim bir şey ama trafik kuralları aslında her yerde aynı. Bu 10 kişiden mesela 9’u bu arabalardaki işaret ışıklarını aslında tam olarak kullanmıyor. 10 sürücüden 9’u sağa dönüş ya da sağa öncelik kuralına da maalesef uymuyor ama sizin de trafik kanunlarında aslında aynı şey var. Bu her yerde olması gereken sorumluluklar, sivil disiplin. SEYHAN SOYLU: Kesinlikle katılıyorum. Bir de Avrupa’da cezai yaptırımlar çok yüksek, trafik cezaları. Türkiye’de daha yeni arttı, bu oranlar. Eskiden azdı… PAVEL VACEK: Kurallara uymayla ilgili Devletin de burada bir takım rolleri var. Bir tarafta tabi yaptırımlar, devlet tarafından uygulanan, bir tarafta da eğitim, kişilerin kendilerini eğitmeleri, aydınlanmalarıyla ilgili… Ben kendi ülkemdeki Çekya sürücüleri de oldukça eleştiriyorum ama birisi Türkiye’ye bir yabancı geldiğinde hani bazı şeyleri gözeterek zaman zaman hareket etmesi gerekiyor. Trafikte özellikle… Yani büyük yollardaki trafikler, trafik akışı. SEYHAN SOYLU: Ben çok seyahat eden biriyim. Bunu Yunanistan’da, Estonya’da, Letonya’da yani balkanların tamamında buna denk düşüyoruz, Yunanistan’da da aynı böyle, İtalya’da da böyle. Biraz Fransa ve Almanya işte Hollanda, Belçika, İskandinav ülkelerinde çok uyum sağlıyorlar buna. PAVEL VACEK: Yani işte yine aynı şeye gelirsek aslında, yönetimin de bu işin içinde olması gerekmez mi? SEYHAN SOYLU: Yani İsviçre veya İskandinav ülkelerinde böyle, saçma sapan araba kullandığınız zaman kıyamet kopuyor ve çok ağır yaptırımları var. PAVEL VACEK: Ben genelde Türkiye’de Çekya sanatını da tanıtmak adına, Büyükelçiliğimiz olarak neler yaptığımızdan bahsedebilirim. Öncelikle fotoğraf sergimizden bahsetmiştim, şu an Trabzon’da olan bunların sayısının artmasını ve farklı farklı yerlerde olmasını planlıyoruz. Fotoğrafçılık, Çekya’da çok güçlü ve eskiden gelen bir gelenek. O yüzden bu konuda sunabileceğimiz, yapabileceğimiz şeyler olduğuna inanıyorum. Aynı zamanda fotoğrafın verebileceği bir mesaj olduğunda, kelimeleri kullanmadan bir mesaj verebilir. Yani bunu görsel sanatlarla yapabiliriz. Daha pratik ve daha kolay, maliyeti daha uygun, daha ulaşılır… Yani geçmişte resim sergileri ya da heykel sergileri de düzenledik ama artan maliyetler dolayısıyla işimiz daha da zor hale geldi. SEYHAN SOYLU:  Çekya’nın  Türkiye’de tanıtımla alakalı yıllık bütçesi nedir? PAVEL VACEK: Tam rakamı söyleyemem uygun olmaz ama tabi sponsorların katkılarıyla 10 binlerce Euro’yu bulan rakamlar var. Tabii çok çok büyük sergiler, tanıtımlar için hani 100 binlerce Euro ya da milyonlarca Euro’dan bahsedebiliriz. Bizim daha küçük ama kısıtlı bir bütçeyle de olsa bu bizi yapmamız gerekenlerden alıkoymuyor. Pek çok kere fotoğraf sergileri düzenledik, müzik performansları düzenledik, Türk film festivallerine Çekyadan pek çok filmimiz katıldı…  Minimalistik, ama aslında daha gerçekçi bir program. Her seferinde de bu konuda gönüllü olabilecek, birlikte çalışabileceğimiz bir Türk ortağa da ihtiyacımız oluyor ve ben böyle iş ortaklarımız olduğu içinde Türkiye’de mutluyum. Pek çok alanda festival organizatörleriyle çalıştık ya da bizleri sergilerimizle ağırlamak isteyen belediyelerle iş birliklerimiz var. Antalya, Mersin, Kayseri, Trabzon gibi büyük şehirlerinizin belediyeleriyle çalıştık. İstanbul’da da bir başkonsolosluğumuz var,  İstanbul megacity, biliyorsunuz başlı başına bir dünya, siz de biliyorsunuz. Konsolosluğumuz da o bölgeyle ilgileniyor. Elimizden geleni elimizdeki bütçeyle yapmaya çalışıyoruz fazlasıyla. SEYHAN SOYLU: Bunu bir iş teklifi olarak algılamasın lütfen, ben yeterince ekonomik durumu iyi biriyim. Öyle anlaşılmakta istemem. Çok çirkin bir şey ama benim bir kaç ülkenin tanıtımıyla ilgili çalışmalarım oldu. Türkiye’de turist oranını %2.7 arttırabildim yani 3 misli oraya hacim oluşturduk. Ticaret olayını da %35 arttırdık 1 yılda. Turist sayısında %2.7 arttırdık. PAVEL VACEK: Hangi ülkelerde? SEYHAN SOYLU: Malta’yla çalıştık. Böyle bir talebimde yok. Öyle bir şey istemem. Böyle gelip bir şey talep etmek tarzım değil. PAVEL VACEK: Sizin çalışmalarınız sonucu bu rakamlar arttı değil mi?
SEYHAN SOYLU: Tabi tabi, onun için Cumhurbaşkanı bizi tercih ederek yapıyor, yoksa biz kanatlı melek değiliz PAVEL VACEK: O zaman sihirli güçleriniz olmalı. SEYHAN SOYLU: Yok, iyi strateji yapıyorum. İnsan ilişkilerim de çok iyi, bir de Türkiye’nin iki iş kanalından birinin sahibiyim portföyüm çok geniş. PAVEL VACEK: Ufak sihirli bir şeyden bahsedeceğim ama bunu herhangi bir kişiye ithaf edemeyiz. Şöyle; 2020 yılında en kötü zamanda, ikili ticari ilişkiler bunun hacmi %30 oranında arttı. Tüm dünyada ticaretin en kötü olduğu dönemde, iki ülke arasında %30 arttırmayı başardık. SEYHAN SOYLU: Çok önemli. PAVEL VACEK: Ve neredeyse simetrik olarak her ülke açısından da ticari hacim aynı oranda arttı diyebiliriz. Yani bunu belirli bir yönetimsel bir şeye atfedebilir miyiz emin değilim ama şöyle bir şey var ki; hani bir taraf bir malı üretiyor, öbür tarafta alıcısı var aslında ticari olarak nesneler kendi çekimlerini yaratıyorlar her iki taraf içinde. SEYHAN SOYLU: Yani bu sürecin içerisinde %30 arttırmak inanılmaz çok önemli. Ben fena değilim iyi bir ekonomist olmayabilirim ama dünyadaki global olarak ekonomiyi biliyorum. %30 çok önemli bir rakam. PAVEL VACEK: Türk kriz dönemlerinde bile ticaret bu kadar artabildiyse, Türkiye’nin ihracatı bu kadar artabildiyse ben insanların Türkiye’ye gelmelerini tavsiye ediyorum ama tabi ekonomistlerin ve iş insanlarının söylediği Türkiye’nin, bu büyümesi gerçekten sürdürülebilir. Görüşmelerimizde Türk tarafına, Türk partnerlerimize sorduğum bir şey, yani bu büyüme ne kadar? Bu kadar büyük bir büyüme ne kadar sürdürülebilir? Ama bunun için daha derinlere, ekonominin derinlerine dalmamız gerekir. Ben de aslında iyi bir ekonomist değilim. SEYHAN SOYLU: Ben şunu sormak istiyorum, bizim eski Avrupa bakanımız Egemen Bağış şu anda Prag’da Büyükelçi, Egemen Bağış ve sohbet öncesi tanıştıklarını bir de dost olduklarını söyledi.  Beraber bu hacmi yani iş adamlarını, turizmi birlikte önümüzdeki seneye de aynı büyümeyi taşıyabilirler mi? PAVEL VACEK: Standart bir operasyondan bahsedemeyiz. İki önemli ya da bilinen Büyükelçinin o bölgelere, o ülkelere atanmasından ziyade aslında devletlerarası ikili mekanizmaların artması ya da işlevsel şekilde çalışmasıyla, hem iş anlamında hem turizm anlamında bu mekanizmaları etkili çalıştırabilirsek daha iyi sonuçlar alınabileceğini düşünüyorum. Mesela kişisel olarak her iki ülkenin şirketleri, firmaları arasında devletin doğrudan bir etkisi olduğunu düşünmüyorum ama firmalar arasındaki bu etkileşimi kolaylaştırabileceğimize inanıyorum. Firmaların buradaki partnerleriyle ya da belediyelerle, diğer aktörlerle gelecekteki yapabilecekleri kontratları ya da anlaşmaları daha yumuşatabileceğimizi, kolaylaştırabileceğimizi düşünüyorum, o yüzden bizim rolümüz iki devlet arasında ama tabi işleyen mekanizmalarımız var. Ortak ekonomik komisyon bunlardan bir tanesi. Yılda bir kere, her iki ülkenin ticaret ekonomi Bakanları bir araya gelip, iki ülke arasındaki ticari ilişkileri ve durumu ele alarak görüşmeler yapıyorlar. Tabi ki ikili ticari ilişkilerdeki problemli konular nedir, bunlara da birebir bakılıyor… Gelecekteki fırsatlarla ilgili neler yapılabilir, bunlara da bakılıyor, her zamanda her iki bakana gittiklerinde eşlik eden büyük bir ticari heyette oluyor. Onların da kendi paralel programları oluyor. Burada partnerleriyle neler yapabilirler, ortak neler yapılabilir, onlar da kendi programlarını oluşturuyorlar. Böylelikle de her iki ülkenin devletleri de ticari etkileşime katkıda bulunmuş oluyorlar. Aslında hani bunu da ortaya koymakta fayda var, günün sonunda esas olan üreticilerin, girişimcilerin aslında yaptıkları, ürettikleri, onların eylemleriyle hani ticari bir ivme sağlıyoruz.
SEYHAN SOYLU: Peki yatırımcılar? Şimdi yapmış olduğumuz bu röportaj Türkiye Cumhuriyetinde yani 300 milyonun hizmetine sunulabilecek bir röportaj bu, dergimiz Türkiye’nin en kaliteli iş adamlarının okumuş olduğu bir dergi. PAVEL VACEK: Sayılara da aslında ulaşıyor olmamız lazım. Şimdi ikili ticaret hacmi 5 milyar dolara yaklaştı, hatta 5 milyar Euro’yu da geçti diyebiliriz. Çok etkileyici bir rakam. Çekya’dan daha büyük ülkelerin ikili rakamlarına baktığınızda çok daha yüksek bir rakam, daha etkileyici. Bu da Türkiye’yi Çek Cumhuriyetinin ilk 20 iş partneri arasına sokuyor. Bizim açımızdan çok önemli ve güzel bir seviye. Bu da Türkiye’yi ve Ankara’yı sadece siyasi olarak değil, ticari anlamda da önemli bir partner haline getiriyor. Bu ikili, ticari ilişkiler aslında pek çok sektörde devam ediyor ama bunlardan en önemlisi savunma sanayi… Bu kadar belirsizlik ve düzensizliğin olduğu bir ortamda savunma sanayinin ön plana çıkması şimdi artık daha önemli 20 sene öncesine baktığımızda. SEYHAN SOYLU: Söylemiş olduklarınızı biz de takip ediyoruz ve verileri inanılmaz… Çekya’yla Türkiye arasında şu şekilde bir grafik sergiliyorlar. Bir de pandemi gibi bu kadar kritik bir zamanda buna ulaşmaları, bu emek için çok önemli tabi ki… Dün Danimarka Büyükelçisi ile yapmış olduğumuz röportajda önümüzdeki veriler bize 5,5 milyar Euro hacim olduğunu söylediler… Danimarka gibi dev bir teknoloji ülkesi ile Türkiye’nin arasındaki ticaret hacminin durumu bu. Yani Danimarka gibi teknolojilere veri olan bir ülkeyi rakamsal değerlerle yakalamaları büyük bir başarı. PAVEL VACEK: Yani benim de kişisel olarak Danimarka’yla irtibatım, iletişimim olmasına rağmen çok üretim rakamlarına girmek istemiyorum ama bizim için ihracatın temelinde, özünde makine sektörü var. Bu da bizim aslında Çekya’nın geleneksel üretiminin bir parçası makina sektörü… Diğer önemli bir konuda tabi yatırımlar ama bizim rakamlarımıza göre Çekya yatırımları Türkiye’de 3 milyar Euro’ya ulaştı. Türk istatistiklerinde biraz daha düşük gözüküyor, daha farklı gözüküyor ama her iki ülkenin yatırım konusunda farklılıklar olabiliyor ama maalesef üzücü olan şu ki bazı yatırımcılarımız artık yavaş yavaş Türkiye’den ayrılıyorlar. SEYHAN SOYLU:  Neden? PAVEL VACEK: Çekya, elektrik firmalarından bir tanesi buradan ayrılma kararı aldılar. Yani ekonomik sonuçlar açısından onlar için burada bir iş yapmak, operasyon yapmak çok sürdürülebilir olmaktan çıktı. Başlangıçta burada Euro’yla ya da yabancı parayla yatırım yapmak durumunda olan pek çok yabancı şirket için aslında durum aynı. Ancak topladıkları para, TL cinsinden olunca ve enflasyonist bir ortamda tabi ki TL’nin değer kaybetmesi ile şirketler zarara uğruyor ve enflasyon, dolayısıyla da bu modelde ne yazık ki çok ciddi anlamda gelir kaybı oluyor. SEYHAN SOYLU: İş gücüyle alakalı; Çekya çalışma bakanı iş gücü istiyor. Yani işinde uzman insanlar ve yalnızca bunu Çekya’nın çalışma bakanı değil, Avrupa’daki birçok bakan istiyor…  Doktor, mühendis, mimar kalifiye insanlara bizim ülkemize gelin demeye başladılar. Mesela Çekya da bunu yapıyor mu şu anda? Kalifiye insanları istiyor mu? Neden bir anda kapılar açıldı? Beyin göçü mü istiyor artık Avrupa?  Her meslek dalında, her ülke kapılarını açıyor ve hızlı bir şekilde bize gelin size çok iyi iş imkânları sunuyoruz ve hatta 3 yıl kriminal bir şey yapmazsanız size pasaport veriyoruz diyor Avrupa ülkeleri.  Neden bu olay bir anda hızlandı?
PAVEL VACEK: Tabi burada düzensiz yasal olmayan göçle ki bunun tabi güvenlik açısında da pek çok sıkıntıları olabilir. SEYHAN SOYLU: Sıkıntılı, hiç birimiz istemiyoruz yani mülteci istemiyoruz ülkelerimizde. PAVEL VACEK: Ve tabi kontrollü, kurallı giden göçü birbirinden ayırmamız lazım. İkincisinin bize, ülkeye tabi ki de çok büyük katkıları olabilir. Biz de neticede AB’ye üye olduğumuz için tabi ortak bir politika biz de güdüyoruz. Bizim de Çekya olarak bununla ilgili olarak çeşitli programlarımız var. Bu tür kalifiye insanların göçünü daha da kolaylaştıracak çeşitli programlarımız mevcuttur. SEYHAN SOYLU: Benim bahsettiğim mülteciler değil. Yani  A plus, A+ Plus, uzmanlar, ciddi iş gücü, beyin gücü… PAVEL VACEK:  O yüzden bu ayrıma girdim. Tabi iş gücü de çok çeşitli… Yani burada istediğimiz problem yaratmayacak olan, üniversite mezunu kişilerin, kalifiye kişilerin ülkemize gelmeleri… Bunun için zaten hali hazırda çeşitli programlarımız mevcuttur. Bu sebeple binlerce değil de kalifiye insanlardan bahsediyoruz. Yüzlerce daha kısıtlı sayıda insanın gelmesini tabi tercih ediyoruz. Ama Çekya’da firmalar, şirketler biraz daha az kalifiye, daha düşük kalifiyede olan iş gücünü tercih ediyorlar. Sanırım ucuz olmasından dolayı… Bu bağlamda devletin de şirketlerden gelen bu ucuz iş gücü baskısına bir noktada direnmesi gerekiyor. Çünkü genel eylemi, firmaların ucuz iş gücü sağlayabilmek, bu da bazen toplumun genel ihtiyacıyla örtüşmeyebiliyor. SEYHAN SOYLU:  Devam eden Rusya – Ukrayna savaşının ve bunun dünya barışını tehdit eden sonuçlarını endişeyle izlediğinizden eminiz. Öte yandan BM ve Türkiye’nin diplomatik aracılık ettiği tahıl koridorundan ve gıdaya muhtaç 3. Dünya ülkelerinin durumundan da haberdarsınız. Ülkenizin bu konudaki siyasi ve insani yaklaşımı nedir? PAVEL VACEK:  Hepimizin tahıl ihracatına ihtiyacı var ama savaşı kim başlattı buna bakmak lazım. Savaşı Rusya başlattı. Rusya bu savaşın tek sorumlusu. Sadece askeri anlamda Ukrayna’ya gösterdiği saldırganlık değil, tahıl anlamında da, tahıla ihtiyaç duyan ülkeler anlamında da çeşitli sorunlara yol açtılar. Tahıl limanlarındaki gemileri bombaladılar, bunun sonuçlarına da bakmak lazım. Türkiye’ye göstermiş olduğu aracılık sebebiyle tabi ki de çok müteşekkiriz. Büyük bir çalışma gösterdiler, yaptılar ama AB’nin de bu konuda önemli çalışmaları, katkıları oldu. Tahıla ihtiyaç duyan ülkelere tahıl koridoru aracılığıyla bu tahılın ulaşabilmesi için. Ama neticede bununla yüzleşmemiz lazım.  Mevcut durumun kaynağı, yani savaşın kaynağı Rusya’dır.
SEYHAN SOYLU: İsrail – Hamas olayını, savaşı hiç birimiz tasvip etmiyoruz tabi ki. Ne düşünüyorsunuz? Avrupa Hamas’a karşı söylemler geliştiriyor. Bu konuda Avrupa’nın tarzında mı bakıyor yoksa Filistin halkının da ezilmiş olduğunu ve yıllardır orada izole edildiğinin ve çok acılar çektirdiğini mi düşünüyorsunuz? PAVEL VACEK:  Tabi ki terörist bir saldırıya maruz kalmış ülkenin kendisini korumasından daha doğal bir şey olamaz. Kendilerini koruyorlar. Biz de Avrupa birliğinin bir parçası olarak iki devletli çözüme inanıyoruz. Ama Filistin Halkının da, Hizbullah ve Hamas’ın kullandığı bu terör eylemlerinden kendilerini ayrıştırmaları lazım. Onun dışında tabi ki masum Filistinlileri de bu terör eylemlerini kullanan örgütlerden ayrı tutarak, iki devletli bir sonuca ulaşılması gerektiğini düşünüyorum. SEYHAN SOYLU: Ben de sayın ekselans gibi düşünüyorum. PAVEL VACEK:  Çok teşekkür ediyorum. SEYHAN SOYLU: Rusya ve Ukrayna arasındaki müzakereyi Sayın Cumhurbaşkanımızın başarılı yönettiğini mi düşünüyorsunuz? Nasıl yönettiğini düşünüyorsunuz? Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bu müzakereleri, Ukrayna – Rusya arasındaki arabuluculuğuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir? PAVEL VACEK:  Türkiye’nin bu konudaki müzakere çalışmalarını çok takdirle karşılıyor, takdir edilesi buluyorum. Sonuçlarını, savaşın etkilerini azalttığı, aza indirgediği sürece ya da savaş mağdurlarına katkıda bulunduğu, yardımcı olduğu sürece çok takdir edilesi buluyorum. Tahıl koridoru sayesinde Ukrayna’ya ve tahıl ihtiyacı olan diğer ülkelere katkıları çok büyük oldu. Ama tabi savaşın kendisi, savaşın içeriği hala değişmedi. Ortada Rusya’nın Ukrayna’ya karşı gösterdiği bir şiddet mevcut. Bence bu müzakere sürecinin içerisine savaşı bitirecek, bitirmesini sağlayacak unsurlarında eklenmesi lazım. Ukrayna’ya barış gelmesi lazım. Bu da aslında müzakerelerin bir parçası olmalı. Şunu da son olarak eklemeliyim; savaşın bitmesi hususunda gerekli koşullar Ukrayna tarafından aslında tespit edilmeli, söylenmeli ve belirlenmeli… Rusya tarafından değil. Çünkü Rusya tarafından söylenirse, masaya bu şartlar konulursa, yine şiddetin, ya da daha saldırgan unsurların olabileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla barışın koşulları da Ukrayna tarafından belirlenmeli. SEYHAN SOYLU: Çekya’nın %75’i ateist. Çekoslovakya yani Çekya olarak, %75’i ateistlerden oluşan, %20’si Hristiyan olan bir toplum. Soracağım sorunun da net olarak tarafsız olacağına eminim. Sayın Büyükelçi ateist misiniz? PAVEL VACEK:  Evet. SEYHAN SOYLU: Mesela İskandinav ülkelerinde Kuran-ı Kerim yakılıyor, onlarla ilgili tarafsız bir düşünceye sahip olan bir Büyükelçinin gerçekten bunu yürekten ve kişisel olarak soruyorum. Belki biz algılamayız. Yani Müslüman olduğumuzdan dolayı biz refleks gösteriyoruz ister istemez. Doğru buluyorlar mı? Mesela bizim ülkemizde İncil yakılsa, ben İncil yakan bir adamı görmüş olsam kafasına muhakkak taş atarım. Kişisel olarak teşekkür ediyorum kendisine. PAVEL VACEK:  Siz neden taş atarsınız? SEYHAN SOYLU: Çünkü inançsız olanlara da, inananlara da saygı duymak lazım.
PAVEL VACEK:  Benim ilk görüşüm, herhangi bir insan açık alanda, kamuya açık bir alanda herhangi bir kitabı yakıyorsa bunu engelleyecek devlet otoriterlerinin olması lazım. Başlangıç noktası bu olmalı aslında. SEYHAN SOYLU: Yani Çekya’da bu yaptırım var mı? İskandinav ülkelerindeki kadar isteyen istediğini yakabiliyor mu? Yoksa orada da yaptırım var mı, buna saygı duymalıyız diye? PAVEL VACEK:  Tabi ki de biz de gerekli yaptırımlar, kurallar var… Buna uygun olarak güvenlik güçlerinin, yani herhangi birinin açık alanda bir şey yapmasıyla ilgili müdahaleleri olur. Ama tabi bu kurallar ne kadar yeterli, inançları korumaya ne kadar yeterli onu tartışmak lazım. Kim daha çok hangi konuda alınıyor, alınganlık gösteriyor değil de, aldığımız önlemler ne kadar yeterli bunları konuşuyor olmamız lazım.  Ama hem zaman kısıtlı hem de konu çok derin olduğu için burada şimdi bitirelim. SEYHAN SOYLU: Yani bir Kuran-ı Kerim’in yakılması veya bir İncil’in yakılması ona inananları yaralar mı? PAVEL VACEK:   “size katılmasam da, sizin özgürlüğünüz için ölmeye hazırım” gibi bir söz var. SEYHAN SOYLU: Yani demek istiyorsunuz ki ben inanmasam da inananlara da saygı duymam lazım.Ben çok teşekkür ederim açık yüreklilikle sorularımı cevapladığınız için. PAVEL VACEK:  İnsanlar inanmasalar bile ya da aynı düşüncede olmasalar bile diğerlerine saygı göstermeleri gerektiğine inanıyorum.
BUSINESS CHANNEL DERGİ 166. SAYISI ÇIKTI

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r