editor

editor

17 Mayıs 2024 Cuma

Buz Sahnesi Hep Aynı! Grinin Elli Tonu Filmine İlham Olan Sahneleriyle “Dokuz Buçuk Hafta” Filmini İnceliyoruz

Buz Sahnesi Hep Aynı! Grinin Elli Tonu Filmine İlham Olan Sahneleriyle “Dokuz Buçuk Hafta” Filmini İnceliyoruz
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Merhaba. 1986 yılında çekilen erotik drama filmi ‘Dokuz Buçuk Hafta’ üzerinden yıllar geçse de akıllarda bazı sahneleriyle hâlâ yer ediyor. Hatta kendinden sonraki erotik filmlere de ilham oluyor. Örneğin Grinin Elli Tonu. Bu yazıda size Dokuz Buçuk Hafta filmini inceledim ve bazı detaylar sundum.

Keyifli okumalar dilerim.

Not: Spoiler üstüne spoiler içerir.

“Dokuz Buçuk Hafta” filminin ana konusu ve karakterlerine bi’ bakalım.

9 Buçuk Hafta, Adrian Lyne tarafından yönetilen ve Kim Basinger ve Mickey Rourke’un başrol oynadığı 1986 yılı Amerikan yapımı erotik ve romantik drama filmidir. Basinger, New York City sanat galerisi çalışanı Elizabeth rolünü canlandırırken Rourke de John adında gizemli bir Wall Street komisyoncusuna hayat veriyor. Film, bu ikili arasında kısa ama yoğun süren tutkulu ilişkiyi konu alıyor.

Film adından anlaşıldığı gibi karakterlerin geçirdiği süreye atıfta bulunuyor.

Filmin adı aslında Wall Street komisyoncusu John Gray ile SoHo sanat galerisi çalışanı Elizabeth McGraw arasındaki ilişkinin süresine atıfta bulunuyor. Filmde John, Elizabeth’in sınırlarını zorlamak için kadının üzerinde çeşitli cinsel uygulamalar dener. John’un bunları yaparken Elizabeth’in yavaşça bir duygusal çöküşe girdiğini görürüz.

Elizabeth ve John’un karşılaşmalarından sonra birtakım “zorlayıcı” oyunlarını izliyoruz.

Elizabeth, John’u önce New York’ta Çinli bir bakkalda ve sonra da bir sokak fuarında görür. John onu bulur ve ikisi bir randevuya çıkar. Çıkmaya başlarlar ancak Elizabeth giderek John’un zorlayıcı davranışlarına maruz kalır. Mesela ona pahalı bir altın saat verir ve ona her öğlen vaktinde dokunmasını ve onu düşünmesini ister. Bu zorlama işyerinde onu günün hep aynı saatinde mastürbasyon yapmasını söylemesine kadar varır.

John’un zorlamaları daha da ileriye gidiyor.

Elizabeth, John’u hayatına dahil etmek ve arkadaşlarıyla tanıştırmak ister. Ancak John buna karşıdır ve onu sadece akşamları görmek istediğini söyler. Bu sahnede Elizabeth John’un dairesindedir. John bu sözleri söyledikten sonra evi terk ettiğinde Elizabeth evde tek kalır. John, Elizabeth’i telefonla arar ve eşyalarını karıştırıp karıştırmadığını sorar. John’a doğruyu söyleyen Elizabeth, John tarafından cezalandırılır. Ona bağırır, tokat atar ve tecavüz eder.

Elizabeth hem duygusal hem de zihinsel olarak John karşısında savunmasızdır.

John, Elizabeth’in ne giyeceğini ve ne yiyeceğini seçmek, saçını taramak ve onu beslemek gibi hayatının tüm yönlerini kontrol etmeye başlar. Elizabeth benlik duygusunu kaybeder ve giderek John’a daha bağımı hale gelir. Zihinsel ve duygusal olarak istikrarsızlaşmaya başlar.

John ve Elizabeth’in ilişkisi toplum önüne kadar taşıyor.

John, Elizabeth ile yaşadığı BDSM tarzı ilişkiyi toplum içinde daha belirgin hale getirmeye başlar. Mesela bir yatak mağazasında Elizabeth’i ‘babacığa bacaklarını aç’ diye zorlar. Binicilik aksesuarları satan dükkanda Elizabeth’i kırbaçlar; evdeyse yerlerde emekleyerek yere attığı parayı aldırır. Elizabeth’in John’un davranışlarına katlanma sebebi cinsel arzularının ve sınırlarının nereye varabileceğini görmek olabilir. Nefret etse de bu oyuna devam ediyor. John’layken kendinden emin ve seksi hareketler sergilese de işyerinde giderek içine kapanıyor.

İşte filmin en bilinen ve başka filmlere ilham olan “buz sahnesi”.

Filmin bir sahnesinde John, Elizabeth’i buz küpleriyle cinsel olarak uyarmaya çalışıyor. Bu sahne Grinin Elli Tonu filmine de ilham olmuş diyebiliriz. Tabii iki filmin senaryolarında yer yer benzerlikler olsa da Dokuz Buçuk Hafta, Elizabeth’in karşı karşıya kaldığı psikolojik zorlamalar ve sınırları aşmalarla daha sert diyebiliriz.

Elizabeth’in bu dokuz buçuk hafta sonunda John’dan kurtulduğunu görüyoruz.

Bir sergi açılış gecesinde parti yapan kalabalığın çılgınlığıyla ile Elizabeth’in ruh halinin oldukça zıt olduğunu görürüz. Duygusal boşluk içindeki kadın orada John’u arar ve o akşam ve sabahında John’la birliktedir. Adamdan ayrılmak ister. Eşyalarını toplamaya başladığında John uyanır. Ayrıldığını fark edince, ‘Bir sürü kız, bir sürü kadın oldu, ama daha önce hiç böyle hissetmedim’ demeden önce ailesiyle ilgili bazı detayları paylaşarak onu geri getirmeye çalışır. Elizabeth daireden ayrılırken çok geç olduğunu söyler.

Tabii ki diğer bir meşhur sahne de filme “yedirme içirme filmi” lakabını takan bu sahne.

Muhtemelen bu filmde en çok konuşulan sahne, John’un Elizabeth’in gözlerini bağlayarak onu tatlı ekşi, farklı lezzetlere sahip türlü türlü yiyecekleri buzdolabının önünde yedirmesidir. Filmin küçük detayı izleyenler için oldukça çekicidir ama diğer yandan daha dramatik olanlar da vardır. John onu beklenmedik zamanlarda arar, alışılmışın dışında bir buluşma emri verir ve onun talimatlarını yerine getirirken ikisi de cinsel saplantılarına daha derinden çekilirler.

Elizabeth cinsel oyunlarda cinselliğini tatmin etse de kendi bağımsızlığını ve saygısını seçen kadın tarafında olur.

Filmi sıradanlıktan kurtaran ve düşünceli ve şaşırtıcı sonucu ortaya çıkaran şey Elizabeth’in gerçek dünyaya tutunmasıdır. O ve John’un cinsel oyunlarla meşgul oldukları ve karşılıklı eğlenceleri için bir tür efendi-köle ilişkisi kurdukları sürece Elizabeth’in ciddi bir itirazı yoktur. Ancak John’un bazı oyunları kendine olan saygısı için daha zorlayıcı hale geldikçe sonunda kendi bağımsızlığını ve özsaygısını seçer.

Siz film hakkında neler düşünüyorsunuz? Yorumlarda buluşalım.